Yeni ürünler, VIP teklifleri, blog özellikleri ve daha fazlası hakkında bilgi sahibi olmak için e-posta adresinizle kaydolun.

Anne seninki kanser miydi, yoksa konser mi?

Posted on 0 1.5K Görüntüleme

İnternet’te biraz dolaşayım derken karşıma “Gençlik İksirimi Almaya Geldim” cümlesi çıktı. Merak edip okumaya başladığımda ise cümlenin “kemoterapi almaya geldim” dememek için söyleyen ve kanseri yenen bir kadınla karşılaştım. Merakım daha da arttı çünkü bu kadın hem tanınmış bir isimdi hem de “nefes terapisi” konusuyla ilgiliydi. Ben de kendisine ulaştım biraz sohbet ettik ve ona dair, kansere dair merak ettiğim ne varsa sordum. Bana ışık oldu, umarım herkese ışık olur…

 

Füsun Su kimdir? Nasıl bir kadındı? Kanser tecrübesinden sonra nasıl bir kadın oldu?

Ben de herkes gibi bu dünyaya aynılıklar ve farklılıklar içinde gelip, bu zihin-bedende insanlık tecrübesinden geçen birisiyim. Ama tabii ki, kendimizi ifade etmek için bütünden ayrı görünen tanımlara ihtiyaç duyuyoruz. Sosyal dünyanın bir gerçeği olarak, isimler, etiketler, kariyerler üzerinden tanımlıyoruz kendimizi. Öyleyse ben Füsun. Füsun Balta. Bir süre öncesine kadar Füsun Coşkun. Ve şimdi kendi seçimimle Füsun Su. Söyleşiye Füsun Su olarak devam etmeyi tercih ederim.

Yüreğimde şarkı söylemek olduğu halde, yine sosyal dünya gereği, toplumsal olarak geçerli bir meslek edinmem gerekiyordu. ODTÜ’de Mimarlık okurken, Hacettepe Üniversitesi yarı zamanlı korosuna devam ettim.

Sonra eski eşimin ihtisası dolayısı ile İstanbul’a yerleştik. O dönem gündüz mimarcılık oynar, gece şarkıcılık yapardım. 1995 yılında rahmetli Melih Kibar’ın ekibiyle Eurovision’da İrlanda’da Türkiye’yi temsil ettim. 1999 yılında bir yandan Müjdat Gezen’in “7 Kocalı Hürmüz” müzikalinde rol alırken, diğer yandan İstanbul Üniversitesi Müzikal bölümünü 1.likle kazandım. Aynı zamanda ilaç firmaları, bankalar gibi firmaların galalarında, özel davetlerde sahne alıyordum. 2002 yılında Leman Sam, Zuhal Olcay gibi isimlerin prodüktörü olan Vedat Sakman’la “Sarhoş” isimli albümümü “Füsun Coşkun” ismimle yayınladık. Aynı yıl, yine rahmetle andığım Selmi Andak bestesi ile Varna Discovery festivalinde “en iyi artistik performans” ödülü aldım. O dönem 1 yıldan fazla TRT FM’de orkestramla canlı-naklen yayın yaptım.

Tüm bunlara karşın, hem kariyer anlamında, hem de özel hayatımda kendimi mutlu hissetmiyordum. Artık rotamı değiştirip anne olma zamanımın geldiğine inandım. Ve dünyanın en muhteşem deneyimi olarak nitelendirebileceğim anneliğe, zorlu bir süreç olan tüp bebek yoluyla eriştim. Şanslı bir anneydim. Kızımla rahat koşullarda uzun ve keyifli paylaşımlarım oldu. Dünyaya yargısız ve yorumsuz bakan, saf bir kalbin vesilesiyle, onun pırıl pırıl gözlerinden bakmaya gayret ederek, kızımla büyüyordum. Ve hala öyle…

2009 yılından itibaren mutsuzluğum arttıkça hastalıklar başladı. Bel fıtığı, reaktif hipoglisemi ve yüksek tansiyon gibi rahatsızlıkları ilerleyen yaşıma ve genetik aktarıma bağlıyordum. Ta ki, bir gün bana meme kanseri teşhisi konana kadar. Teşhisten 2 hafta önce Türkiye’de yeni başlayan genetik araştırmalarım yapılmış ve hiçbir risk görülmemişti. 2012 yılında, kanser teşhisi konduğunda ilk sorum,  “peki neden?” olmuştu. Genetik bulgu yoktu. Sigara, alkol yoktu. Sebep neydi? Aldığım yanıt “stres” oldu. Oysa herkesin gıpta ettiği olanaklarda yaşayan bir insandım. Mükemmel görünen bir filmin başrol kahramanıydım. İşte tam da buydu sebep. Bu film gerçekte senaryosunu benim kalbimle yazdığım bir film değildi.  Gördüğüm ve işittiğim dünyadan alıp kurguladığım, rolleri paylaştırıp oynadığım bir filmdi. Zihnimiz kabul etse bile, bir durum kalbimize uymuyorsa onun adı STRES ’ti.

Hastalık öncesi çok pozitif ve neşeli görünen,  bir kadındım. Ancak, bedenime ve zihnime yavaş yavaş yerleşen hastalıklı durumlar vesilesi ile “ –mış “ gibi olmak ve gerçekte “OL” mak arasındaki farkı idrak ettim. Hastalık öncesi pozitif ve neşeli davranmam, gerçek huzur arayışımın derin bir niyetini gösteriyordu.

Kanser rotamı değiştirmem gerçeğini hatırlatmasaydı, daha büyük hastalıklarla mücadele ediyor olabilirdim. Ya da çok büyük olasılıkla intihar etmiş olurdum.

füsunsu kanser 01

Kanser olduğunuzu ilk öğrendiğinizde ne hissettiniz? Aklınıza ilk kimler geldi? O dönem neler yaşadınız?

Teşhis konulduğu zaman, itiraf etmeliyim ki, çok çok mutsuz olduğum bir dönemdeydim. Dünyanın en güzel duygusu anneliği tatmak ayrıcalıklı ve keyfili bir duyguydu, fakat özel hayatımda hala çok mutsuzdum. Ve hatta zaman zaman bu mutsuzluğun içinde dünyaya bir çocuk getirdiğim için kendimi suçlu ve çaresiz hissettiğim dönemler oldu. Mutsuzluğumun içeriğinin özel oluşundan dolayı fazla kimseyle paylaşamıyordum. İçimde neyle mücadele ettiğimi bilmeyenler için, dışarıda her şey mükemmel görünüyordu. Mutsuzluk şımarıklık gibi algılanıyordu. Çünkü her şeye sahip göründüğüm sosyal dünyanın parçasıydım.

Kanser haberini aldığımda yalnızca ilk 30 dakika çok üzüldüm, salya sümük ağladım. Bir çocuğum vardı geride kalabilecek. Bu çok dramatikti. Sonra birden gülmeye başladım. Kimdim ki ben, çocuğumu koruduğumu zannedecektim. Derinden bir ses “Yaradılan, Yaradandan Ötürü Güvende” sözlerini kulağımda fısıldıyordu. Ve benim kendimi koruyucu olarak görmem trajikomikti. Daha o saniyede, olan her şeyin hayırlı olduğuna inanarak, kendimi sürece bıraktım. En kötü ihtimal ölecektim ve nasıl olsa bir gün ölecektim. Kaldı ki doktorlar bana ölümden falan söz etmemişlerdi. Oldukça başlarındaydık kanserin ama yine de birkaç gün içinde ameliyat olmam gerektiğini söylüyorlardı.

 

Kemoterapiye başlamadan önce nefes terapisi almak fikri nasıl oluştu? Kemoterapi esnasında neler yaşadınız? Tedavi esnasında nefes terapilerinin nasıl faydalarını gördünüz?

Kişisel gelişimle ilgili, zihinsel dönüşümle ilgili birçok kitap okumuş ve kurslara katılmıştım. Ama nefesle ilgili pek bir bilgim yoktu ve işin aslı, bana üfürükten geliyordu. Bu esnada mucizevi değişimler gördüğüm bir yakınım nefes terapisinden faydalandığını söyleyince, kemoterapi öncesi 1 hafta içinde 8-10 seans nefes terapisi aldım. Nitekim nefes seansları sonrası kemoterapiye başladığımda, artık hiçbir duygu durumu bana işlemiyor, yalnızca gözlemci olarak süreci izliyordum. Yıllarca herkesten gizlediğim mutsuzluk içinde sabahlara kadar sessizce ağlamalarım bitmişti. Kendimi çok güzel, sağlıklı, mutlu, neşeli ve şahane hissediyordum. Kısaca kanser bana yaramıştı sanki. 10 kemoterapi bitmesine karşın, doktorumun %90 ‘ın üzerinde gerçekleşeceğini söylediği hiçbir yan etki bende yoktu. Halsizlik, yorgunluk, ağızda aft, makatta yara ve en önemlisi saç dökülmesi bende olmamıştı ve kemoterapiye arabamı kullanarak, yalnız başıma gidiyor ve “gençlik aşımı almaya geldim” diyerek giriyordum. Doktorum %3 – %5 gibi dilimlere girdiğim için çok şanslı olduğumu söylüyordu. Ve derinlerde bir yerde bunun şans eseri olmadığını biliyordum.

Bir akşam eski eşimle konuşurken “Çok ciddi bir süreç yaşıyorsun. Senin yerinde ben olsam intihar bile edebilirdim. Oysa sen çok neşelisin. Biz buna psikolojide ket vurma deriz. Psikolojik destek almalısın.” dediği anda dünyam başıma yıkılıyor sandım. Evet, gerçekte ben ölüyordum ve sahte, salakça bir polyanacılıkla şımarık bir şekilde yürütüyordum süreci. Doktor olan kızımın babası yalnızca benim iyiliğim için konuşabilir inancındaydım. Hayatımızda önemli yer tutan sözleri ve duyguları güçlü inanç kalıpları olarak tutarız. Benden uzaklaştığını zannettiğim keder, yeniden beni ele geçirmişti ve sabaha kadar sessizce ağladım.

Sabah uyandığımda, kemoterapinin bile dökmeye gücünün yetmediği saçlarım, yalnızca algımda bir yanılsama ile ellerimdeydi. Bu kez inancın reel hayata nasıl yansıdığını tecrübe etmiş oldum. Sonrasında ne 12 kemoterapi ne de 36 radyoterapi esnasında tek bir an bile bir daha kendimi kedere bırakmadım. Beni bekleyen çok aydınlık günleri hissedebiliyordum. Bu süreçte 7 yaşında olan kızım bir gün topluluk içinde “anne seninki kanser miydi, yoksa konser mi?” dediği zaman, kelimelere yüklediğimiz anlamları ve kelimelerin gücünü bir kez daha gördüm. Çünkü kelimeler anlam yüklemediğimiz zaman etkisizdi.

Tedavim bittiği zaman, çok faydasını gördüğüm için, nefes terapistliği eğitimlerimi aldım, kendi ruhsal yolculuğum için içsel çalışmalarıma devam ettim, nefes terapisti oldum.

Nefes terapileri, hayatımda kendime uyanışımın tetikleyicisi, kanser ise vesilesi oldu. Kişisel gelişim adı altında toplanan birçok şifa sistemleri yolumu aydınlattı. Kim olduğumu daha çok sorguladıkça, “ben” zannettiğim ve özdeşleştiğim tüm kimliklerin çöktüğüne, maskelerin düştüğüne tanık oldum. İsimler, etiketler, haller önemini yitirmeye başladı. Görünenin ötesinde var olana ve her şeyi kapsayana daha çok yakın hissetmeye başladım kendimi. Hislerime kulak veriyordum artık. Daha derinlerde bir yerde bulacağıma inandığım huzura kavuşmak için, her anı farkındalıkla yaşamaya gayret ediyordum. Yepyeni bir pencereden bakabiliyordum tüm geçmişe ve her şey yalnızca şimdideydi. Ve şimdide, şu anda hislerimin farkında olduğum her şey,  yarına dair düşlerimin yaratıcısıydı. Zihnimin baskın gürültüsü dinmeye başlamıştı. Kalbimin sesini duyabiliyordum.

Tedavi sürecini bilinenin tersine, olumlu sürdürdüğüm için, “Pembe İzler” kapsamında kanser farkındalığı üzerine seminerler verdim ve vermeye devam ediyorum. Tedavimi üstlenen doktorlarım da daha sonra benden nefes seansları aldılar.

 

Kemoterapiye gençlik aşısı dediğiniz doğru mu? Bunu demeniz neyi değiştirdi? Kemoterapi sonrası yaşanan sıkıntılarınızı hafifletti mi?

Evet, evet. Yalnızca, kemoterapiye “gençlik aşısı” demedim, aynı zamanda buna inandım. Madem, kemoterapi hastalıklı hücreleri yok ediyor ve yerine sağlıklı yeni hücreler geliyordu, o zaman ben de yenileniyor olmalıydım. Buna hem zihnim, hem kalbim inandı. Ve benim yapmam gereken, yeni sağlıklı hücreleri sevgiyle kabul etmek ve onları korumaktı.

Mahatma Gandi bunu kısaca çok güzel özetliyor.

“Söylediklerinize dikkat edin; düşüncelere dönüşür…
Düşüncelerinize dikkat edin; duygularınıza dönüşür…
Duygularınıza dikkat edin; davranışlarınıza dönüşür…
Davranışlarınıza dikkat edin; alışkanlıklarınıza dönüşür…
Alışkanlıklarınıza dikkat edin; değerlerinize dönüşür…
Değerlerinize dikkat edin; karakterinize dönüşür…
Karakterinize dikkat edin; kaderinize dönüşür…”
 

Ben inancımın mükâfatını gördüm, yaşadım ve yaşıyorum. Yolculuğa devam ettikçe, yalnızca kemoterapinin yan etkileri hafiflemedi, zaman içinde daha da büyük mucizeler gerçekleşti. Örneğin belimde bir de titanyum mafsal olmasına rağmen, sırtımdaki mutsuzluk yükü kalktığından bu yana, fıtıklarım geçmişte kaldı. Gerek bedensel gerek zihinsel özgürlük sayesinde, kayak yapmayı öğrendim, tüplü dalgıçlık yapıyorum. Biliyorsunuz bunları yapabilmek için sağlam bir omurgaya ihtiyaç var. Reaktif hipoglisemi denilen şeker direnciyle alakalı rahatsızlık hayatımda yok. Ömür boyu kullanacaksın dedikleri ilaçları 4 yıldır görmedim bile. Çünkü hayatın her formundan doyasıya tat alıyorum.Tansiyon hapları tarihe karıştı. Çünkü artık düdüklü tencere gibi içimde biriktirdiğim, bastırdığım öfke mevcut değil. Ve daha onlarca şakalandığım bedensel ve zihinsel durumlardan söz edebilirim.

Sizce kanser olduğunu öğrenen bir kişinin tedaviye başlamadan kendini hastalığa ve tedavi sürecine hazırlaması gibi bir durum söz konusu mu? Bunun da “doğuma hazırlık” gibi “kanseri yenmeye hazırlık” eğitimleri olmalı mı?

Kimseye tavsiyede bulunmak haddim değil. Ancak, yeni bilinçteki Füsun, eski Füsun’a şunları söyleyebilir: “Sevgili Füsun, her şeyden önce şu an sana gelen bu deneyim için şükret! Çünkü Allah yarattığı hiçbir kuluna acı ve ıstırap vermez. Yalnızca, belki bir süre kendini ve kalbinin sesini dinlemediğin zaman, kendini ve O’nun varlığını hatırlaman için, bedenine hatırlatıcı sinyaller gönderebilir. Bedeninde bulunan bu sağlıksız durum ve süreç sana, bütünsel olarak sağlıklı olmayı hatırlamanın yollarını gösterecek” derdim.

Kesinlikle, tıbbın söylediklerini yapardım. Ama bilirdim ki, dışarıdan gelen tüm çözümler nihayetinde geçicidir. “eski Füsun”a şunu hatırlatırdım. “ Tehlike gerçekse, cesaret seçimdir. Burada, sana verilen bedenin ve zihnin tüm sorumluluğunu alarak, her an seçimde olduğunu hatırla. Korku, şüphe, endişe, kaygı, beklenti, keder bu yolun deneyimini zedeler. Kalbini ona aç ve pozitif bilimin şu anda sağladığı olanakları da yanına alarak, akışa ve ona teslim ol.” derdim.

 

Şu an hastalığınızla ilgili devam eden herhangi bir durum var mı? Son durumunuz nedir?

Hayır. Şu an için kanser ya da herhangi bir rahatsızlık durumum yok. Az önceki yanıtımdaki konuşmayı kendimle sürekli yapıyorum. Sonuçta kanat takıp uçmadım. Hala bu dünyadayım. Eskisine göre, ne kadar çok çok nadir bile olsa, bedenimle, zihnimle ilgili dengemi her kaybediyor olduğumu fark ettiğimde, hızla toparlanıyorum. Çünkü sağlıklı olma hali aydınlıksa, sağlıksız olma hali karanlık gibidir. Ve karanlık, ancak ışığın olmadığı yerde mevcuttur. Sürekli bir karanlık, ben seçmediğim sürece mümkün olamaz. Fırtınalı denizde başarılı bir sörfçüyüm artık, hatta keyif alıyorum yüksek dalgalardan.

İlk sorunuzda yanıtladığım gibi, kanser vesilesi ile kendime uyandım. Yaşamda her neye derinden niyet ediyorsam gerçekleştirebildiğimi gördüm. Mimarlığı tümden bıraktım. Boşandım. Kızımla yeni bir hayat kurdum. Müziğe ve sahneye geri döndüm. Tüm dönüşüm ve değişim yolculuğumu anlattığım müzik albümümün DNA isimli ilk bölümünü yayınladım. Nefes, kalbimin yolunda ve dengede kalmamı sağlarken, bir internet dergisinde yaşam ve kültür alanlarında yazıyorum.  Sosyal ve özel hayatımda, Allah’ın ne kadar şanslı kulu olduğumu görüyorum. Her an, AŞK’la alıyorum nefesimi.

 

Ve son sorum bir kadın olarak merak ediyorum, kanser olsun olmasın tüm kadınlara bir miras bırakacak olsaydınız ve bu miras kadınların bütün hayatını değiştirecek sözlerden ibaret olsaydı, o sözler neler olurdu?

  • Yanıt için tek cümle hakkım varsa “Kalbinin yolunu izle.” derim.
  • Okumaktan sıkılmayanlar içinse önce, hem 5. soruda hem 6. soruda verdiğim yanıtları yineler, ardından bir de şunları eklerim.
  • Bazen yeniden doğmak için, ölmeden ölmek gerekir. Pişmeden yanmak olmaz. Sana gelen olumsuz tüm durumları sevgiyle kabul edip, onları sevgiye dönüştürmen mümkün. Çünkü bir tohum, tüm ağacı içinde tutandır. O tohuma iyi bakmalı, sevinci, neşeyi, huzuru, iyiliği, şefkati her an hatırlamalı. Gerisini doğa halleder ve tohum çiçek açar, ağaç olur.
  • Yerkürenin,  yer çekimi, kutupluluk vb gibi fiziksel kuralları dışında,  her şeyin ve tüm düşüncelerin sorgulanabilir olduklarını hatırla.
  • Hiçbir duygu durumunda uzun süre kalma. Duygu ve düşüncelerle özdeşleşme. Öfke ya da keder sana gelebilir ama sen öfke ya da keder değilsin. Çünkü senin hakikatin, hiç değişmeyen ve asla tehdit edilemeyen Yaradan’da gizli. O’nun adı HUZUR.
  • Hayati kararları alırken, sessiz kal, dışarıyı ya da zihnini değil, kalbini dinle. Ani karar almak zorundaysan derin bir nefes al, nefesi en az 30 saniye içinde tut ve teslimiyetin gücünden faydalan. Çünkü zihin yapar, kalp yaratır.
  • Olumlu ya da olumsuz yargıda olduğunu fark ettiğin her an, koşulsuz görmeye gayret et. Ön yargı ile adım atma.
  • En önemlisi, en büyük gücün, göremediğin, dokunamadığın, koklayıp duyamadığın, 5 duyu algının ötesinde ve her şeyi yoktan yaratan Yaradan’a ait olduğunu ve onun aşkıyla yol aldığında, senin tüm saf niyetlerinin gerçekleştiğini bil.

Yazıyı Paylaş

Henüz Yorum yok, ilk yorumu sen yap.

Ne Düşünüyorsunuz?

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir