Yeni ürünler, VIP teklifleri, blog özellikleri ve daha fazlası hakkında bilgi sahibi olmak için e-posta adresinizle kaydolun.

Bireylerde travma sonrası stres bozukluğu

Posted on 0 1.4K Görüntüleme

Dr. Mehmet. Yavuz posttravmatik stres bozukluğu hakkında bilgi verdi.

 

Posttravmatik stres bozukluğu nedir?

“Posttravmatik Stres Bozukluğu (Travma Sonrası Stres Bozukluğu), fiziksel ya da psikolojik travmalardan sonra ortaya çıkar. Huzursuzluk, hırçınlık,  gerginlik, uyku bozuklukları,  sürekli kötü bir şey olacak hissi gibi belirtilerle en az bir ay boyunca sürer. Bu süreçte kişi kâbuslar görebilir, kişinin olaya tekrar tekrar dönüyor olması, olayı hatırlatan durumlarda yoğun sıkıntı duyması belirtilerden biridir. Bu yüzden; kişi, olayın yaşandığı yerlerden ve durumlardan kaçınır.  Duygularda donukluk,  hissizleşme görülür. Psikolojik travmalar, depresyon semptomları ile benzer etkiler gösterebilir.  İnsanlardan uzaklaşma,  daha önce sevdiği faaliyetlerden kaçınma söz konusudur. Yaşanan travmatik anılar sonucunda kişide Sürekli tetikte olma hali,  uykuyu sürdürme halinde güçlük,  sinirlilik,  aşırı irkilme ve tepki verme gibi Adrenerjik Stres Semptomları ortaya çıkabilir. Bu rahatsızlık ilerledikçe alkol kötüye kullanımı,  majör depresif bozukluk,  davranış bozukluğu, yaygın anksiyete bozukluğu da görülebilir. Bu durumu tespit edebilmek için öncelikle tanımak gerekir.

 

Afetler ve felaketler toplumda stres oluşturuyor

Doğal ya da beşeri (insan kaynaklı) tüm felaketler, kişilerin hayatında yoğun stres oluşturur. Eğer gerekli psikolojik ve sosyolojik destek verilmezse durum posttravmatik stres bozukluğuna veya depresyona dönüşerek yıllarca sürer. Bazen de kişiler de panik bozukluklar görülebilir.

 

Travma sonrası stres bozukluğunda neler yaşanır?

Stres yaratan durum sonrasında, kişi şok dönemi yaşar. Kişinin hayatında karmaşık duygular hâkimdir. Korku,  endişe, pişmanlık, suçluluk, karamsarlık, utanç ve çaresizlik gibi duygularla iç içe olan kişi, eskiye göre daha sinirlidir. İçe kapanıp konuşmama ya da sürekli olay hakkında konuşma, dikkatte ve konsantrasyonda düşme söz konusudur. Kişide motivasyon sorunu görülür, herhangi bir duruma yoğunlaşamaz.

Travma sonrasında üç yoğun duygu vardır. Sorumlulara yönelik öfke, kayba yönelik üzüntü, tekrar etme olasılığına yönelik korku.

Kişi ya da kişiler, yaşadıkları travmanın sebeplerini araştırır. Eğer bir ihmal ya da tedbirsizlik söz konusu ise bunlara neden olan durumlara karşı, şiddetli öfke duyar. Şiddet duyguları görülebilir. Hissedilen öfke, sadece olayı yaşayanlarda değil, durumdan haberdar olan diğer toplum bireylerinde de görülebilir. Travmayı yaşayanlara yapılan empati ne kadar yoğun ise öfke de o denli şiddetli olur. Bu konuda hiç kuşkusuz olayı aktarış biçiminde rol sahibi olan yazılı ve görsel medya ile sosyal paylaşım siteleri büyük rol oynar. Bu nedenle medya, tiraj hevesi ile yargısız infaz yapmamalı, olayın muhtemel suçluları ile alakalı yargı sonuçlanmadan kesin ve keskin ifadelerden kaçınmalıdır. Olay tam netleşmeden toplumda infiale neden olabilecek yorumlardan kaçınılmalı, abartısız salt habercilik yapılmalıdır.  Aksi taktirde toplumsal kaos ve kargaşa hali yaşanır. En önemlisi ise yargı ve yürütmeye olan güvenin sarsılmasıdır. Zira olayın muhtemel sorumlularına karşı ‘’nasıl olsa bir yolunu bulurlar, nasıl olsa konu ile alakalı soruşturmacıları ayarlayıp bu işten sıyrılırlar’’ gibi tehlikeli düşüncelerin topluma hâkim olması, hukuk dışı eylemlere ve şiddete neden olabilir. Sonuçta toplumun galeyana gelmesi, olayın sorumluları hakkındaki hukuksal kararları değiştirmez. İnsanlar şiddetli tepki de gösterse, sessiz de kalsa, olayın sorumluları suçlu ise suçludur, suçsuz ise suçsuzdur.

 

Provakatif faktörlerden uzak durulmalıdır

Çoğu kez provokatör faktörler ile gelişen toplumsal refleksler, yargının kararını değiştirmez. Ayrıca şiddetli medya tepkisi, olayın sorumluları yargı karşısında suçsuz bulunduğunda, yargıya olan güveni de sarsabilir. Bu nedenle içimizde acı ne kadar büyük olursa olsun sağduyulu ve sakin davranmalı, kulaktan dolma dedikodulara ve provokatör iddialara kulak vermeden yargının sonucunu beklemeliyiz.

 

Travma sonrası stres bozukluğu doğal bir süreçtir

Hiç şüphesiz travma sonrası kayıplar için büyük üzüntü duyulması ve bunun bir süre devam etmesi insani bir doğallıktır. İşte bu noktada psikologlara büyük yükümlülükler düşmektedir. İnsanlar acılarını yüreğinde hisseden ve bunu paylaşıp destek veren uzmanların varlığında çok daha hızlı normalleşme süreci yaşarlar. Bu konuda EMDR gibi teknikler, travma nedeniyle maddi manevi kayba uğrayanların hızla sosyal hayata dönmelerinde çok yararlı olabilmektedir.

Bu anlamda Sağlık Bakanlığının ‘’travma psikologları ve sosyologları’’ diye özel eğitimli bir birim oluşturması, gerek insanın sebep olmadığı (deprem, sel gibi) gerekse insanın sebep olduğu (maden faciaları, uçak kazaları, yangın, terörizm, katliamlar, tecavüzler, salgın hastalıklar gibi) travmalarda derhal olay yerine sevk edilmeleri sosyal yardım açısından önemli olabilir.

Yaşanan travmaların tekrar etme korkusu da ciddi olarak ele alınması gereken bir durumdur. Yaşanılan travmaların yıllarca unutulmaması, doğal bir durumdur. Ancak travmanın bilinçaltında yer etmesi, kişinin sonraki hayatında yıllarca sürecek bir takım psikolojik rahatsızlıklara neden olabilir. Bu nedenle; travmanın yaşandığı ilk zamanlarda, psikolojik destek ve sosyolojik yardımların önemi çok büyüktür. Travma sonrasında, kişiye yalnız olmadığı hissettirilmeli, sıcak ve içten davranışlarla, acıları paylaşılmalıdır. Kişilere güven verilmeli, gerekirse yaşadığı ortamdan başka bir yere nakilleri sağlanmalıdır.

 

Toplumun psikologlara ve sosyologlara ihtiyacı var

Sadece afet ve felaket sonrası değil; dini, etnik, ideolojik ayrışma içeresindeki bölgelerde özel eğitimli psikolog ve sosyologlara çok ihtiyaç vardır. Bu arkadaşlar ayrışma içerindeki topluluklarda genel konsesyumu bozan ayrılıkçı fikirlerin temeline inmeli ve sebeplerini araştırmalıdır. Fikirsel ya da fiziksel çatışmalar provokatör olsa bile provokasyona neden olan unsurlar tespit edilmeli ve giderilmeye çalışılmalıdır.  Bu esnada; toplumu etkileyecek lider yapılı kişileri özellikle seçmeli, bunların geçmişinde ayrışmaya neden olan travmalar varsa EMDR gibi çeşitli tekniklerle tedavisi sağlanmalıdır. Bu noktada hiç şüphesiz ki en önemli husus suçun önlenmesidir. Bir kere suç işlendikten sonra o kişinin kronik ve iflah olmaz bir eylemci olma ihtimali her zaman yüksek olmaktadır.

Yaşanan bir olayın travma olarak adlandırılabilmesi için; doğal afetler gibi yaşamı tehdit ediyor olması, sevdiklerimize veya inançlarımıza yönelik tehdit olması ya da terörist saldırılar gibi ülkenin güvenli bir yer olmadığına dair tehdit içeriyor olması gerekir. Bu durumlar karşısında da kişinin yoğun çaresizlik, korku tepkileri vermiş olması kaçınılmazdır. Bu durumda ise sağduyusunu kaybeden kişilerin istenen hedefler doğrultusunda harekete geçirilmesi hiç de zor değildir.

Elbette ki travmada koruyucu faktörler de vardır. Bunlar bireysel başa çıkma becerileri, sosyal destekler, ailenin desteği, yaşantısında gelecekle ilgili imkânlar, inançlar ve emniyette olduğunu biliyor olmak. Ama yine de eğitimli profesyonellerin devreye girmesi mutlaka sağlanmalıdır. Zira yaşanan travmadan, kişi kadar çevresindeki diğer insanlar da olumsuz etkilenecektir. Dolayısıyla onların da bu ortamda sağduyulu ve mantıklı yaklaşımlar göstermesi pek mümkün olan bir durum değildir.

Yazıyı Paylaş

Henüz Yorum yok, ilk yorumu sen yap.

Ne Düşünüyorsunuz?

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir