
**Geçmişte yazılmış bir yazıdır… ( 2007 yılına ait… )
Gece güzel, hava hafif rüzgârlı tam üşüyorum diyodum ki sana ait olan, bana emanet duran o sıcak bakışın ısıttı beni…
Şimdi ben bu aralar ara ara üşüdükçe bu sıcaklığa sarıyorum önce ruhumu sonra bedenimi.
Günün birinde kaybolursa bu sıcaklık ne yaparım diye düşünmedim, düşünmekte gereksiz. Hayatımız hep düşünmek ve bir adım sonrasını planlama işiyle uğraşmakla geçmiyor mu?
Yorgunum bu aralar…
Sanki hiç durmadan bebek yokuşunu çıkmışçasına, nefesim kesik kesik ve zorlanıyorum…
Tıpkı şuan ki yaşamımı sürdürmekte zorlandığım gibi…
Sanki yaşamımda bir bebek yokuşu gibi, bana inat dik ve uzun…
Yollar sürekli taşlı, ya kayıp düşme ihtimalim var ya da takılıp düşme…
Yani her halükarda kendimi yerde bulma ihtimali…
Oysa benim hayallerim, tıpkı parlayan gözlerim gibi hep gökyüzünde, en tepede olmuştur.
Oysa ben hep çocukluktan bu yana dilek dilerken, bir şey isterken, ağlarken, küserken hep gökyüzüne bakmış, yıldızlardan umut etmişimdir…
Ama bu yıl doğum günümde ilk defa mumlara baktım ve gözlerimi kapayıp diledim, istedim, ağladım.
Yanlış yaptım…
Acı, acı tecrübe, yalnızlık, kara sevda, terk ediliş hepsi peş peşe geldi…
Anladım ki sadece çocuklukta ki gibi dilemek, istemek gerekmiş…
Her şeye inat yaşamak ve yaşayabilmek ne kadar varsa, herkese ve her şeye inat içinde tutmak varmış sevdayı…
Ama bu mümkün mü?
Değil tabii…
Neden mi?
Salak olmayalım lütfen neden olacak.
Mantığımız hep yüksek seviyelerde olur ama asla kendimiz için işlemez…
Akıl verebiliriz ama alma konusunda kontenjanımız hep doludur.
Bir güzel dinleriz tüm insanlığı, ama hepimizin kalp bağlantıları girdimi devreye uygulamada en tembel hatta en yeteneksiz bireyler oluruz.
Bende o tiplerdenim.
Akıllıyım.
Mantıklıyım.
Ama bir o kadar da pratik eksikliğine sahibim ki, aklımı ve mantığımı sıfıra sıfır örtüyor…
İşte bu örtü yani perde açılıp prova bittiğinde, oyun sahneye geldiğinde ben anlıyorum her şeyi, olanı – biteni, seveni – sevmeyeni, gideni – kalanı, kanayan yarayı, bırakılan kirli izleri. Ama artık herkes karşımda, herkes alkışlıyor, kimi kendi haklılığını, kimi benim salaklığımı…
Ama dedim ya artık sahnedeyim, yani geç değil, geçin de ötesi…
Ya sahneden kaçmalı, ya da alkışlara maruz kalmayı göze alarak oyunu sonuna kadar oynamalı…
Ben tüm yorgunluğuma, bana yapılan tüm haksızlığa ve canımı yakan tüm alkışlara rağmen, bu sahnedeki partnerimi yalnız bırakmadan oyunu tamamlıyorum.
meltem zengin
17 Haziran, 2011nuranımm ne güzel yazmışsın yine ama en çok neresi içimi acıttı biliyomusun
“Tıpkı şuan ki yaşamımı sürdürmekte zorlandığım gibi…”
çünkü bende şuan yaşamımı sürdürmekte zorlanıyorum ve hiç umudumu yitirmeden mutluluk dolu günleri bekliyorum…
NURAN
20 Haziran, 2011Meltemcim umudunu yitirmediğin sürece günün birinde kendi inandığın gibi yaşadığını göreceksin, kişisel tavsiyem bol bol kitap oku…nn1
gülşah kaplan
17 Haziran, 2011bazıları seyrederken hayatı en önde kendime bir sahne buldum oynadım………. diyip başladımmm 2007 de yazılarn bir yazı güzel başarılı bir çogumuzun yaptıgı gibi mantıkla hepp bir adım düşünerek atmak ne kadar dogru yada ne kadar yanlış tartışılır ama cogu zaman anı yaşayan biri olarak hayatımdan memnunum pişmanlıklarım olsada iyikilerim çok..
yüreğine sağlık canım
NURAN
20 Haziran, 2011Gülşahcım senin iyikilerin daimi olsun, bizlerede bulaşsın…
Gülsen
17 Haziran, 2011Uçmasın bu yazılar toplanma vakti gelmedi canım.
NURAN
20 Haziran, 2011🙂 teşekkür ederim gülşencim
hanife
18 Haziran, 2011Ben tüm yorgunluğuma, bana yapılan tüm haksızlığa ve canımı yakan tüm alkışlara rağmen, bu sahnedeki partnerimi yalnız bırakmadan oyunu tamamlıyorum.
süpersin sen yaaa 🙂 hiç durma devam et
NURAN
20 Haziran, 2011Hanifecim, savaşmak sevişme esnasını daha şehvetli kılıyor, buna eminim artık.
uğur
20 Haziran, 2011Bu kadar bin yılın hatırıdır
Sizi önemsediğim ardınızdan ağladığım
Yağmurun daha yağmur olmadığı zamandan kalma
Bir yalan çiçeğe dokunduğum
Ah zaman ve ondan çaldığınız hakkınız
Ama siz de haklısınız
Şimdi biri çıksa sokağa –hangisine ama-
O yağmayan yağmur üstüne yağsa
Benim aklımdan bir cuma daha kaysa
-hep karnım aç yaşadım ben-
Siz birbirinizin hakkını yerken
Hep uyuduğuma bakmayın, benim ruhum erken
Yaşam kendini bir kedinin sabrında sınadı
Bir kediden dört, böylece on altı kedide sınadı
Büyük insanlığın büyük eserleri
-ben bu sabah kahvaltı ettim mi sahi-
Sonraki kuşaklar falan hepsi yalan
Yağmur ki camların temizlenmesini gerekli kılan
Anılarımı anmak istemezsem size kusur işlermişim
Zamanı yendiğim zaman öldüğüm zamansa
-ki tek yoludur-
siz hala ortalıkta dolaştığınız zaman
şimdi ne kadar sessiz bu kentin sokakları
ama daha iyi böyle olduğu zaman
bir okey ya da bilardo istekasıydınız elimde –gözümde mi yoksa-
dört kişilik bir masa iki kişilik bir oyundu zaman
aman kimse elini göstermesindi hiçbir zaman
masadan taş çaldığım zaman
sen arkanı döndüğünde sayı oldu dediğim zaman
benim ekmek paramı benim sırtımdan çıkardıkları zaman
on yaşında bir çocuğa yaşadığının yarısından fazlası geçer, sabır dendiği zaman
bu çocuk geceleri yün yorganıyla yanmayan bir kalorifere sarıldığı zaman
-çocuğun bitlendiğini, dişinin kırıldığını acımadan seyreden zaman-
herkes herkesin ölümüne tarafsız –etraf ne kadar kalabalık oldu böyle-
şirazem kaydı benim artık tutmam, fethedilecek bir yer de yok dediğin zaman
tek bir dünya tek insanlık deyip zavallı sayıldığın zaman
***Sarıyer***
NURAN
21 Haziran, 2011İşte bu benim arkadaşım UĞUR ELİMSA! 🙂